şimdi oyun zamanı......
evetttttt kütüphanemden bir kitap seçiyoru........seçtim ........ bu sefer birrrrrrrrr şiir kitabı...........
ÖZDEMİR ASAF-------BİR KAPI ÖNÜNDE.........
KİTABI ELİME ALIYORUM VE RASTGELE BİR SAYFA AÇIYORUM.....
ÖMERİ İKİYE BÖLEN
susuz -köy yanıyordu
yangına körükle geleni öldürdü.
aldı baltayı eline
gitti yangını söndürdü.
YAN SAYFA;
KOLSUZUN
düşlerimde ne bıçaklar fırlattım...
hepsi saplandı.
BEN DE KOLSUZ GİBİYİM GALİBA....
DÜŞLERİMDE HEP BENDE OLMAYANI HAYAL EDİYORUM...
BİRAZ GERÇEKÇİ DÜŞLER KURSAM. BELKİ DE HAYAL KIRIKLIKLARIM BU KADAR DERİN VE CAN YAKICI OLMAYACAKLAR
nerede görsem izleyeceğim filmdir....
ilk izlediğim çok küçüktüm ve sonunu anlayamamıştım ...
sevgi emekti ne demekti ki ....asya şimdi niye o adama gitmişti sankiii...
daha sonra gelişti bende bende sevginin emekle ilişkisi....
bir zamanlar yeterdi birisinin peşinden gitmek için sevmek
senin onu onunda seni sevmesi...
ama salt sevginin bir şeye yetmediğini anlıyorsun büyüdükçe...
sevmek yetmiyor zamanla savaşmak gerekiyor....
senin onun ,onun da senin için savaşması...
ancak o zaman değeri biliyor sevginin....
Diyelim yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenceden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan Ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi de dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni
Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım
yürüyorum bir yerde bir sahrada gibiyim ... etrafta hiçbişey hiç kimse yok bir boşlugun içinde sessizliğin ugultultusu var sadece...ugultudan kulaklarım çınlıyor.....koşmaya başlıyorum.. ne tarafa kime koştugumu bilmiyorum....... sonra yok oluyorum birden .... sonra sislerin arasından beliriyorum...boş boş etrafa bakıyorum ...bir şeyler arar gibiyim.... ne aradıgımı bilmiyorum... birşey görüyorum sonra ...ne gördüğümü bilmiyorum... bir sis bulutunun içinde yok oluyorum yine....
sislerin ortasında bir bank görüyorum sonra... birisi oturuyo banka ... tanımadıgım birisi ama yaklaşıyorum ona...gördüğüm beni dehşete düşürüyor.... çünkü bankta oturan benim...kendimi görüyorum bankta... ama farklıyım çok farklıyım.... bir müddet öylece kalıyorum.... ne kadar kaldıgımı bilmiyorum...sonra toparlanmaya çalışıyorum... biraz daha zaman geçiyor aradan....toparlanıyorum.... ve kendimi incelemeye başlıyorum.... yaşlı duruyorum çok yaşlı ...fiziki özelliklerimden bahsetmiyorum ...fiziki özelliklerim aynı duruyooo...saçlarım falan beyazlamamamış .yüzümde kırışıklıklar falan yok ama... yaşlı duruyorum çok yaşlı bin yaşında oldugumu düşüyorum... yorgun ve bitkin duruyorum...gözlerimden anlıyorum bunu...öyle yorgun ve bitkin bakıyorum ki...ordan kalkamayacakmışım gibi..... sonra ellerim .... ellerime bakıyorum....kesikler var....ellerimde ...kağıt kesikler var... ellerimde...kan.... kan var ellerimde....kesikler kanıyor.... her yeri kanıyor ellerimin ...ellerim kan içinde kalıyorrr.... ne yapacağımı bilemiyorum...gözlerimi kaçırıyorum...bakmıyorum ellerime ...yüzüme dönüyorum .... yüzümü incelemeye karar veriyorum tekrar ....irkiliyorum tekrar...gözlerim.... gözlerim kanıyor... kanlar akıyor gözlerimden...korkuyorum.... geri çekiliyorum...kanlar yere akmaya başlıyor...kanlar bana doğru gelmeye başlıyor... sessizliğin uğultusu başlıyor yine...kulaklarımı kapatıyorum ...yere çömeliyorum.... gözlerimi kapatıyorum.... bu bi rüya uyan artık uyan diyorum...ama gözlerimi açmaya korkuyorum ....bekliyorum öylece bir müddet...sonra açıyorum gözlerimi...kendimi görüyorum yine ... ama farklı biraz sanki... ürkek adımlarla yaklaşıyorum yanına ....ama bu sefer yaşlı degilim... küçüğüm bu sefer çok küçük sanka daha doğmamışım...gözlerimden anlıyorum yine bunu ....çok masum ve meraklı bakıyor etrafa .....bir kelebek görüyor ...gözleriyle kelebeği takip ediyor.. elini uzatip kelebeği yakalamaya çalışıyor....kelebek eline konuyor...kelebek ısıyor... canı çok yanıyor... ama kelebeği o kadar çok seviyor ki ...uçmasına izin vermiyor...kelebekte ısırmaya devam ediyor....sonra başka bir kelebekdaha geliyor...sonra bir diğeri ....bir diğeri...ellerim kelebeklerden görünmez oluyorr...ısırıyorlar ... kelebeklerin arasında kanlar akmaya başlıyor... yüzüme bakıyorum... kelebekler yüzüme konmaya başlıyor...yüzüm kanıyor.... geri çekiliyorum....sessizliğin uğultusu kulaklarımı çınlatıyor ama bu sefer kulaklarımı kapatmıyorum...çömelmiyorum.....gözlerimi kapatmıyorum...arkamı dönüyorum ve yürümeye başlıyorummm...bir sis bulutundan içeri giriyorum ...ve uyanıyorum
BENSE ORADA ÖYLECE OTURUP GELENLERİ GİDENLERİ İZLİYORUM... BENİM İÇİN ORASI GEÇMİŞLE GELECEK ARASINDA KÖPRÜ GİBİ... TREN GELECEK..ÇIKIŞ MERDİVENLER GEÇMİŞ... ÖNÜMDE İKİ SEÇENEK VAR..... YA GEÇMİŞE YANİ ÇIKIŞA GİTMEK VE YÜZLEŞMEK ... YA DA TRENE BİNİP GELECEĞE GİTMEK GEÇMİŞİ GEÇMİŞTE BIRAKMAK.....
NE YAPMAK GEREKİYOR BİLMİYORUM... HER GİDEN TRENİN ARKASINDAN KORKUYORUM.... BU SON TREN MİYDİ DİYE..... HEM SON TRENİ KAÇIRMAYA KORKUYORUM HEMDE YENİ GELEN TRENE BİNMEYE ÇIKIŞA GİDİP GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYENE CESARETİM YOK.... ÖYLECE OTURUYORUM ORADA.... YA BİR ANDA YENİ GELEN TRENE ATLAYIP ARKAMA BİLE BAKMADAN GİDECEĞİM.. YA DA ORADA ÖYLECE OTURUP SON TRENİ DE KAÇIRIP GÖREVLİLERİN BENİ ORADAN ATMALARINI BEKLİ CEM...............
en mutlu gün
hangi inanca göre olduğunu hatırlamıyorum ama cennetin en mutlu gününüz olacağı yönünde bir inanç varmış.
yani cennet en mutlu gününmüş
öldükten sonra tekrar tekrar en mutlu gününü yaşıyormuşun
harika olurdu gerçekten....
ama şöyle dönüp bakınca geçmişe
en mutlu günüm yok benim
hep acı çektim :(((
acıların çocuğuyum demiyorum ama .
mutlu oldum,üzüldüm ama
çok büyük mutluluklar ,çok büyük acılar,çok büyük aşklar,çok büyük nefretler yaşadım....
YILMAZ ODABAŞI'INDAN ZAMAN ÜZERİNE: HERŞEYİ ÇÜRÜTÜR ZAMAN
Kalplerimizin kuytu yerlerinde bize özel sığınaklar vardır; o sığınakların gündemleri, gündelik hayatın hay huyundaki vasat gündemlerle örtüşmez…Orada bazen buruk, ağlamaklı, bazen de kasırgalar gibi dolaşır durur düşlerimiz.
Kalplerimizdeki düşleri, özlemleri üşüttüğümüzde, ateşi bilincimizi sarar ve o ateş, giderek içimizin sokaklarında bir kaos başlatıp iç barışımızı bozar.
O zaman ya düşlerimizin iniltilerini teskin edip o ateşi düşürmemiz veya hep acıyan, acıtan o ateşle ve içimizin sokaklarındaki tedirgin sorularla yaşamayı kanıksamamız gerekir.
Çünkü düş oldukça peşi sıra insandır; çünkü en çok düşlerimizin bize hesap sormaya hakkı vardır.
Sonra kalplerinizin kuytu yerlerindeki sığınaklarda kendimi- kendimize telkin ve terapi seanslarıyla bekleriz…Bekleriz…İnsanı, aşkı, olmayı, onarılmayı ve zamanın açtığı yaraları yine zamanın sarmasını bekleriz.Düşlerimizin başucunda bir tüfek gibi dikilerek bekleriz. Küçük nehirlere burun kıvırır ve hep okyanuslara ait olduğumuza inanırız…
Düşüp kaldığımız ya da itilip unutulduğumuz derin, karanlık kuytularda sabırsız ve tedirgin kederlerle beklerken, küçük sevinçler, küçük yolculuklar hep bir kenarda durur, hep erteleriz…O kitabı sonra okuyacak, akşam yürüyüşlerine sonra çıkacağızdır; hele şu işimiz de bitsin, filancalar gelip gitsindir, elbette zaman olacaktır.Her şey, her şey yoluna girdiğinde yapılacak, söyleyeceklerimiz -bile- sonra söylenecektir…
Derken zaman, yani o büyük ve gizemli güç, hayatın düşlerimizin gerisindeki kırıntılar olduğunu anlatır bize.Belki okyanuslara gider, kasırgalarla boğuşur, ama bir damlaya yenilip döner ve zamanın, hep ertelediğiniz ne çok şeyi nasıl öğüttüğünü, küçümsediğimiz nehirleri nasıl kuruttuğunu; ihmal ettiğimiz küçük sevinçlerin, sevgilerin nasıl solduğunu ve ileride, bir gün yürümeyi düşündüğünüz ıssız yollara devasa binaların inşa edildiğini fark edince, tıpkı bir İspanyol atasözünde olduğu gibi,“Don Kişot olmaya giderken, evimize bir Şanso Panço olarak dönmek”le kalmayıp, burun kıvırdığımız o küçük şeyleri de büsbütün yitirdiğimizi görürüz.
Çünkü avuçlarına bırakılan dostlukları, sevgileri çürütür zaman.Çünkü zamana rüşvet veremezsiniz, çünkü kendinizi ikna etseniz de zamanı edemezsiniz…
Yaşadığımız gezegen milenyumu kutlarken, ben o tarihte“düşünce suçu” mahkumiyetlerimin bir yenisi için bir cezaevindeydim.Diktörtgen bir gökyüzünün altında ikinci baharımdı.Yirmili yaşlarında siyasal suçlardan mahkum olmuş altı yedi kişiyle birlikte kalıyordum.
Koğuşumuzun havalandırmasında bazalt taş duvarlar, bir basketbol potası, koridorlarda küf, dışarıda ise kışkırtıcı bir bahar vardı.
O bahar, koğuş pencerelerinin tam karşısındaki avlunun taş duvarlarına boydan boya sarmaşık ekmeye karar verip, ceplerine üç beş sıkıştırdığım gardiyanlara rica minnet poşetler dolusu toprak getirttik.Duvarın dibine yığdığımız toprağa geniş suntalarla çevreleyip sarmaşık tohumlarını ektik.
Birkaç ayda gelişip uzayan sarmaşıklar, havalandırma duvarında çivilere çaktığımız iplere boylu boyunca sarılmakla kalmayıp, kimileri duvarları aşarak dışarıya göz kırpmaya başladılar.
Ancak koğuştakiler, şarmaşıklar yüzünden basketbol oynayamıyor ve o bana arada bir tedirgin bir sesle:“Top oynayabilsek çok iyi olurdu hani,” diye mırıldanmakla yetiniyorlardı.
Yeni bir sonbahar geliyordu ve bütün kışı tabut gibi daracık bir koğuşta balık istifi geçirecektik.Bu yüzden bir tercih yapmak zorundaydık.
Bir gün ranzalarına uzanmış koğuş arkadaşlarıma dönüp,”Sarmaşıkları artık sökebiliriz,” dedim…Onlar ranzalarından sıçrayıp sevinçle avluya yöneldiklerinde, ben infazı görmemek için cezaevi kütüphanesine gittim.Bir saat kadar sonra döndüğümde, koğuştakiler sarmaşıkları yolup toprağıyla birlikte bir köşeye istif etmiş, keyifle top oynuyorlardı. Beni görünce bir an duraksayıp yüzüme mahcup bir ifadeyle baktılar.Ben de onlara gülümsemeye çalışarak:”Sorun değil çocuklar, kışın nasılsa kuruyacaklardı," dedim...
Sonra gün be gün büyüttüğüm sarmaşıkların bir köşede büzüşüp kalmış cesetlerine burkularak bakarken, küçük, siyah tohumları dikkatimi çekti.O tutsak ve ölü sarmaşıklar, gövdelerinde bıraktıkları tohumları atıldıkları yerden sanki bir vasiyet gibi sunuyorlardı bana.Tohumları bir kalem kutusuna bırakırken, onları bir gün, dışarıda diledikleri gibi büyüyebilecekleri bir alanda ekeceğime kendi kendime söz verdim…
Zaman geçti, içeriden çıktım.Sonraki üç yıl oturduğum evlerin hiçbiri o sarmaşık tohumlarını ekmeme uygun olmadı.Arada bir o kalem kutusunu açıp bakıyor, o tohumlara dokunuyor ve bir gün her tohumun artık dışarıda, özgürce bir evin duvarlarını nasıl da boylu boyunca kaplayacağını düşlüyordum…
Dördüncü yıl taşındığım müstakil evde bir ilkbahar, o tohumları evimin duvarının ön cephesindeki toprağa ektim.Üç günde bir sulayıp sabırla bekledim…Bekledim, fakat filizleri bile görünmeyince, dört yıl boyunca sakladığım sarmaşık tohumlarının çürüdüklerini anladım…
Şimdi dönüp geriye, upuzun yıllara bakıyorum; aşklar vardı, dostlar vardı, gi-dilecekti…Söyleyeceklerim aklımın, yazacaklarım kalemimin ucundaydı; kalbimin ve zamanın avuçlarından nasıl da kayıp gittiler…
Gittiler…O dostlar, şimdi eskisi kadar görmek istediğim o dostlar değil, eskiden okuyacağım kitapların pek çoğu artık okumayacaklarım, o yıllar yapmak istediklerim şimdi yapmayacaklarım veya yapmak istemeyeceklerim…Örneğin, eskiden kalabalık olmak isterken, şimdi yalnız kalmayı yeğliyorum.Beğenilerim, tutkularım, rüyalarım, yaşam üslubum bile değişmiş...
Oysa tam sorunlarımı çözdüm, işte oturdum ve artık gidebilirim derken, baktım ki gitmek istediğim pek fazla yer de kalmamış…
Bu yüzden siz olun, tutkularınızı, düşlerinizi, sevgilerinizi ve yolculuklarınızı ertelemeyin; çünkü çürürler.
Çünkü dokunduğu her şeyi çürütür zaman.Her şeyi çürütür zaman...
KÜTÜPHANEMDEN BİR KİTAP DAHA SEÇİYORUM(SEVDİM BEN BU OYUNU)
AYŞE KULİN --ADI AYLİN
RASTGELE BİR SAYFA AÇIYORUM
'BİR TÜRLÜ HUZURA KAVUŞAMIYORDU.ARADIĞI NE PARAYDI,NE LÜKSTÜ,NE CİNSELLİKTİ,NE DE GÜÇTÜ.HATTA RUHUNU BESLEDİĞİNİ ZANNETTİĞİ KENDİNE DUYULAN HAYRANLIKLAR,SÖYLENEN GÜZEL SÖZLER DE DEĞİLDİ PEŞİNDE PEŞİNDE
KOŞTUĞU.BİR TÜRLÜ NEYE DOYAMADIĞINI,NEYİN ARAYIŞI İÇİNDE OLDUĞUNU KENDİSİ DE BİLEMİYORDU Kİ, RİCHARD BİLEBİLSİN.....'