Somebody That I Used To Know by Gotye on Grooveshark

26 Aralık 2010 Pazar

25 Aralık 2010 Cumartesi

the good wife

bu aralar izlediğim dizi bu...
sevdiğim yabancı diziler sıralamasında üçüncü sıraya girmek üzere kendileri
konusuna gelince klasik avukatlık dizileri ama bunda 
kahramanımız  kocası ünlü bir ağır ceza hakimi ve bir sex tuzağının kurbanı
olarak hapse giriyor .ve kahramanımız kocası için bıraktığı
kariyerine geri  dönüyor .hikayemizde burada başlıyor.
şahsım adına tavsiye edilir.

kararsızlık

kararsız adımlarla yürümek hayata ...
her adımda bir sonraki adımların ne olacağını kestirmeye çalışmanın yorgunluğu var üzerimde.
anların insanı olamadım hiçbir zaman
her zaman gelecekle uğraştım .

19 Aralık 2010 Pazar


Water & Rocks, New Zealand from Metron on Vimeo.

Unutulmuş Bir Akşamın Türküsü

Yalnızlığın üstüne incecik bir beyazlık
Örtüsü örttü karlar
Şimdi kar tanelerini kocaman rüzgarlarda
Eğiriyor kemanlar

Aramasan da olur bozuldu büyü
Aramasan iyi olur kar başladı
Uzun günlere çok var
Az önce doğan gün aydınlanmadan
Kararmaya başladı.

Ben bu karlarda sessizce eskidim
Kemanlar arka çıkınca sessizliğime
Göz gözü görmez kemanlar
Yokluğunu adınla çalmaya başladı

Yalnızlığın üstüne koyu bir korkusuzluk
Örtüsü örttü camlar
Ölümümü sıcacık yünler gibi
Eğiriyor kemanlar

Yaşanmamış Çocukluğun Türküsü

Yaşanmamış Çocukluğun Türküsü

Bir de onlar inancı örer gibi
Kendilerini gererler boşluğa, ölüm gibi

Bir günlük çocukluğa, bin yılını verirdin
Artık çocuk değilsin, büyüdün artık
Yolda yürürken kendine dikkat et
Yemek yerken sakın üstüne dökme
Kömür mü taşıdın, kapkara tırnakların

İyi bir işin olsun, gösterişli bir çantan
Güzel bir ceket, pantolon yaptır
Annenin elini öp, dostlarına telefon et
Bir sözün, bir sözünle çelişmesin
Sokakta türkü söyleme, ayıptır

İçinden gelmese de
Her zaman, bir şeyler yapacakmış gibi dur
Şiir ve aşk üstüne konuşmayı bil
Donla denize girme, çok içme rakıyı
Ne olursun o berbat kasketi değiştir

Bir günlük çocukluğa, bin yılını verirdin
Ama çocuk olmadın bir gün bile
(Büyük insan gibidir benim yavrum)
Sen şimdi sessiz bir deniz kıyısında
Dönüşsüz büyümüşlüğünle durmadan
Panayırlar, balonlar, kayıklar özlüyorsun

14 Aralık 2010 Salı

bireysel silahlanmaya hayır

TBMM Silah Alt Komisyonu, silah lobilerinin isteği doğrultusunda silah bulundurma yaşını 18’e indirdi.

Tasarı Meclis’ten geçerse isteyen beş silah ruhsatı alabilecek, bu silahların ikisini de üstünde taşıyabilecek. Ayrıca, silah almak için artık tam teşekküllü hastaneden heyet raporu da gerekmeyecek. Eski sabıkalılara silahlanma izni verilecek. İnternette de silah reklamı yapılabilecek. 

bireysel silahlanmaya hayır

TBMM Silah Alt Komisyonu, silah lobilerinin isteği doğrultusunda silah bulundurma yaşını 18’e indirdi.

Tasarı Meclis’ten geçerse isteyen beş silah ruhsatı alabilecek, bu silahların ikisini de üstünde taşıyabilecek. Ayrıca, silah almak için artık tam teşekküllü hastaneden heyet raporu da gerekmeyecek. Eski sabıkalılara silahlanma izni verilecek. İnternette de silah reklamı yapılabilecek. 

ay


ay sever misiniz?....
ben severim....
neden bilmem ama ay bana güneşten daha samimi ve sıcak gelir...
güneş sıcaklığı kendinden uzaklaştırmak için bir silah olarak kulladığını düşündürmüştür bana ...
saçmalık demi evet bencede ama böyle düşünüyorum ne yapıyım...

Fotoğrafçı: ERDAL FIRAT - Eser İsmi: ... - Fotopya

Fotoğrafçı: ERDAL FIRAT - Eser İsmi: ... - Fotopya

12 Aralık 2010 Pazar

ankara da kar




KAR VE YAĞMUR

kar ve yağmur ... iki kardeş... iki farklı karakter...

yağmurun bizi sürüklediği karamsarlığa havasına  karşı
karın bizi sürüklediği  iyimserlik rüzgarları ....

yağmurlu bir  günde uyandığında eve dolan karanlıkla  yataktan kalkmak istemezken
kalktığında  dokunsalar ağlayacak gibi dolaşırken etrafta
dünyanın gitgide daha kötü  bir yer olduğu fikrini pekiştirip tüm dünyadan ve insanlardan nefret ederken....

masmavi bir gökyüzüyle uyanıp yataktan uçarcasına kalkıp bembeyaz bir yeryüzüyle karşılaşınca
içinde dünyanın dünkü gece yağan karla temizlendiği hissiyle dolaşmak etrafta...
dünyanın ömründe beyaz sayfa açıldığını düşünmek ... dünyayı ve insanları tekrardan sevmek...

11 Aralık 2010 Cumartesi

pusula




Pusulayön gösteren, kerteriz alıp mevki bulmaya yardım eden mıknatıslı veya cayro ile çalışan seyir aleti. Yada ortasında bir mil üzerinde serbestçe duran ve uçları yerin manyetikkutuplarına yönelerek kuzey doğrultusunu anlamaya yarayan mıknatıslanmış bir iğneyerleştirilmiş, manyetik olmayan bir maddeden yapılmış kutu olarak da tanımlanabilir.
Pusula, İtalyanca bir kelime olan Bussola kelimesinden Türkçemize girmiştir.
Bir pusula aslında yer manyetik alanının doğrultusunu gözlemlemekte kullanılanmıknatıslaşmış bir iğneden başka bişey değildir. Temel organı hareketli bir mıknatıstanoluşan ölçü aygıtları da bu adla anılır.

7 Aralık 2010 Salı

Fotoğrafçı: BÜLENT ÇELİKCAN - Eser İsmi: XXX - Fotopya

Fotoğrafçı: BÜLENT ÇELİKCAN - Eser İsmi: XXX - Fotopya

mitoloji

İLK KADININ YARATILMASI

Prometheus'un kurnazlıkla çalarak insanlara verdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadar yalnız erkeklerden ibaret olan insan topluluğuna ceza vermek istedi ve onlara kadını gönderdi. Zeus , oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos'tan kadını yaratmasını istedi. Hephaistos babasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurdu ve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücudu yarattı.
Olympos'ta oturan tanrıçaların en güzeli olan ve kendi karısı olan Aphrodite'in vücudunu model olarak kullanmıştı. Heykel bitince onun kalbine ruh yerine bir kıvılcım koydu. O zaman heykelin gözleri açıldı. Kolları bacakları kıpırdamaya ve dudakları konuşmaya başladı. Onu süslemek için bütün tanrılar ve tanrıçalar yardım ettiler. Herkes kendisinden ona bir şey armağan etti ve ona Rumca "bütün armağan"
anlamına gelen Pndora adını taktılar. Athena ona güzel bir kemer, süslü elbiseler verdi. Letafet perileri Kharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlık taktılar. Aphrodite başına güzellikler saçtı. Güzel saçlı Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslediler. Hermes Pandora'nın kalbine, hıyanet ve aldatıcı sözler yerleştirdi. Zeus da ona esrarlı bir kutu armağan etti ve ona dediki; Sakın verdiğim kutuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar ve onların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız ederler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadeti ve felaketi bu kutunun açılıp açılmamasına bağlıdır. Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadını yeryüzüne indirdi ve Prometheus'un kardeşi Epimetheus'a gelin olarak gönderdi. Prometheus kardeşine Zeus'dan hiç bir şekilde hediye kabul etmemesini tembih ettiği halde Pandora'nın güzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tutmadı ve onunla evlendi.

Pandora da tıpkı tüm kadınlar gibi doğuştan meraklı olduğunda dünyaya gelir gelmez kutunun içinde ne olabileceğini düşünmeye başladı ve Zeus'un uyarısını unutarak kutuyu açtı. Kutunun içindeki hastalık, keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanları rahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek ne kadar kötülük varsa hepsi açılan kutudan kuşlar gibi uçuştular. Pandora hatasını anlayarak biraz sonra kutuyu kapadı ancak kutuya kapatılan kötülüklerin arasında, insanları yaşatacak, teselli edecek "ümit" te vardı. Fakat ümit dışarı çıkamamış kutuda kalmıştı.. Böylece Zeus ilk kadını beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuyla yeryüzüne yollayarak insanlardan intikam almıştı.

5 Aralık 2010 Pazar

çalar saat 1

çalar saatin ziliyle uyandı ....boş gözlerle etrafına bakındı. yatağından kalktı.hazırlanmak için banyo yöneldi.
durakladı.işten kovulduğunu anımsadı.hüzünlenir gibi oldu.yatağına oturdu ,uzandı ,yorganı kafasına geçti ,
ağlamaya başladı.
yataktan kalktı.boş gözlerle etrafa baktı. saate baktı .saat dörttü.ağlaya ağlaya uyumuş olmalıydı.mutfağa gitti .
buzdolabını açtı yiyecek bir şeyler baktı canı bir şey istemiyordu.meyve suyunu aldı şişesiyle kafasına dikti.

kadın

KADIN

*Kadın, kocasının; delikanlılıkta sevgilisi, olgun çağda arkadaşı, ihtiyarlıkta da hasta bakıcısıdır.
                                                                                                                  BACON
*Daha değerli bir şey bulamaz erkek kadının iyisinden, beterdir kötü kadın her şeyin kötüsünden.
                                                                                                  Hesiodos

*Kadınlar istediler mi sahiden hasta olurlar; hatta kibirleri uğruna ölürler bile.

            
                                              Andre Maurois

*Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.

                                                           Tevfik Fikret

*Kadınla müziğin yaşı olmaz.

                                                                                                                     Oliver Goldsmith

*Kadın olsun da bir sözü cevapsız bıraksın, olacak şey değil meğerki dilsizini bulun.
                                                                                                                              Shakspeare

*Kadınların, süs ve aylaklıklarının bizim alın terimiz ve emeğimizle beslenmesi gülünç ve haksız bir şeydir.

                                                                                                                                                Montaigne

*Kadını yedir, giydir, mücevherlerle ve başka güzel şeylerle süsle, fakat sakın ona akıl danışma.

                                                                                                                                  Pançatantra

*Çiçek koku vermek, ateş ısıtmak, kadın da mesut etmek için yaratılmıştır.

                                                                                                           G.Gardo
*Kadınların gözleri keskin, zekâları uyanık, düşünceleri vesveseli olur.

                                                                                       Guy de Maupassant

*Fil zinciriyle, at gemiyle, kadın da gönül rızasıyla tutulur.

                                                                                              Şudraka

*Kadınların boğazlarını önce babaları, sonra kocaları, daha sonra damatları doyurur.

                                                                                                                     Jules Romain

*Kadın, çok defa en çok hoşlandığı şeye dudak büker.

                                                                                       Shakspeare

*Havayı geldiği gibi, rüzgârı estiği gibi, kadını olduğu gibi kabul edin.

                                                                                         Alfred de Musset

*Bütün kadınlar, sönmektense, yana yana tükenmeyi tercih ederler.
                                                                                              Montherland

*Kadın kendi kendi başına ne gül goncasıdır, ne de diken. Koklamasını bilirsen gül olur, tutmasını bilmesen diken.
                                                                                                                                     Refik Halit Karay

KÖŞELERDEN

HAŞMET BABAOĞLU
Pazar notları: Onu nasıl sevmiştin?


Onu sevip sevmediğinden daha önemlisi onu nasıl sevdiğindir... Severken kim gibisin, ne gibisin?.. Bir dilenci gibi mi, yoksa kapkaççının teki gibi mi?





***



"Onu sevmiştim ama.." diye sızlanma şimdi! Bir sor bakalım kendine: Nasıl sevmiştin? Neşeyle mutfağa girmiş bir aşçı gibi mi, karnı zil çalarak sofraya oturmuş biri gibi mi?



***



Çocukluğumdan beri canım sıkıldığında oturduğum yerde alıp başımı gitmeyi severim. Şu yaşta ve başta bile küçücük bir çağrışım yeter bana... Minicik bir işaret... Sehpanın üzerindeki şu minik cam küre içindeki deniz feneri mesela! Bakarken üşüyorum. Çünkü sarp bir yamacın başında durmuş, yüzümü denizden doğru sert esen rüzgâra tutmuşum. Çok uzakta bir şilep dalgaların arasında bata çıka ilerliyor. Birazdan gelip alacaklar beni. Arabanın arkasındaki sepetten fırından taze çıkmış ekmeklerin kokusu gelecek...



***



"Umut fakirin ekmeği" derler ya... Nasıl da tartışılmaz bir doğru gibi görünür! Üstelik alttan alta umudu da, fakirliği de horlayan bir tavır saklıdır bu sözde! Oysa "geleceğe umutla bakmak"sa eğer mesele, bu tümüyle orta sınıfa özgüdür. Fakir ummaz, inanır! Tanrı'nın hikmetine...



***



"Umut" kavramı binlerce yıl boyunca hemen her kültürde Tanrı inancıyla kopmaz bir bağa sahipti. Günümüzdeyse bu kavram son derecede "seküler" ve Batılı bir anlamla kuşatılmış durumda! Artık umut demek, her şeyden önce "kendine inanç, kendine güven" demek! Sonra da ipinin ucunu asla tutamadığımız, asla tam olarak inanamadığımız şeylere; mesela tıbba, ekonomiye, siyasete güvenmek demek! Uzun sözün kısası... Hayal ve iradenin çarpıştığı umutsuzluk dünyası işte!



***



Gelecek fikriyle sınıfsal ilişkimize gelirsek... Zenginler geleceği kurarak, orta sınıflar gelecekten bir şeyler umarak, fakirlerse sadece "bugün"de yaşarlar.



***



"Nasıl başardınız?" diye sorulduğunda, hemen "doğru zamanda, doğru yerde, doğru kişilerle çalışarak" diye cevap verenleri ilgiyle izliyorum. "Vayy be!" diyorum içimden. Oysa bir hatırlasalar... Başlangıçta endişe ve kuşkuyla titriyorlardı!.. İşler yolunda gitmeye başladığında talihin kendilerine güldüğünü düşündüler. Finalde kesinkes başarı gelince de artık başlangıçtaki bütün seçimler "doğru" görünüyor. Yutalım mı bu masalı?



***



Anne babalar tüketim kültürünün temel özelliği konusunda yanıldılar. Çocuklarını savurganlığa karşı uyardılar hep. Oysa şimdi anlıyorlar ki, sorun savurganlık değil, oburlukmuş! Nesneler, tatlar, duygular, düşünceler, dostluklar yalanıp yutuluyor ve hiçbiri gereksiz veya fazla gelmiyor!

KÖŞELERDEN

Roman


Zülfü Livaneli - zlivaneli@gazetevatan.com

--------------------------------------------------------------------------------

Besteler yalnız yapılıyor, kitaplar yalnız yazılıyor.



Bir ürün vermenin olmazsa olmaz koşulu yalnızlık, çekilme, bir yerlere kapanma.



Bunu da en iyi yurt dışında sağlıyorsunuz.



Çevrede sizin diliniz konuşulmadığı ve Türkiye’de olup bitenler dünyayı çok fazla ilgilendirmediği için, kendi düşüncelerinize ve iç aleminize gömülme imkanı buluyorsunuz.



Ülkesinde yaşayan insan gündelik gerçeklerle sarmalanmıştır ama dışarıda kalan, ülkesini geçmişi ve geleceğiyle birlikte kavrar.



Ben de yazmakta olduğum yeni romana yoğunlaşmak için bir süre, ücra bir yere kapanacağım.



Ama yazılarımı göndermeye devam edeceğim.



Bir de 17 Aralık’ta Lütfi Kırdar’da Alman ve Macar müzisyenlerle vereceğimiz konser için iki günlüğüne geleceğim.



Bunun dışında ortalıklarda yokum.



Hıncal’ın sık sık tekrarladığı gibi ‘Abbas’ durumu!





***





Stefan Zweig, yaratmak için ‘çekilmenin’ şart olduğundan sık sık bahseder.



Gündemin içindeyken eser üretilmiyor.



Kafanızdaki dünyanın ve roman karakterlerinin, gerçek dünyadan daha ağır basması gerekiyor.



Çünkü bir roman milyonlarca ayrıntıyla ilerler; belli bir mimari tasarım ve mühendislik gerektirir.



Anlık heyecanlarla roman yazılamıyor. Çok uzun bir çaba sonucunda ortaya çıkıyor.



Ve anlatacaklarınızı sizden başka bilen birisi yok.

Hikayeyi, dramayı siz ilerleteceksiniz, karakterlere siz can verecek, onları siz davrandıracak ve konuşturacaksınız.



Bu da beyninizin sadece bu emeğe odaklanmasıyla oluyor.





***





Sürükleyici bir hikaye kurgusu ve unutulmaz karakterler yaratmak 19. Yüzyıl romanının en önemli özellikleriydi.



Bu yüzden kitleler, büyük romancıların kitaplarını bugünkü televizyon dizilerini izledikleri gibi heyecanla ve zevk alarak okurlardı.



Charles Dickens’ın fasiküller halindeki romanları Britanya’da fırtınalar yaratır, her yeni fasikül izdihama neden olurdu.



Rusya’da da durum böyleydi, Fransa’da da.



Hikayeyi önemsemeyen, unutulmaz karakterler yaratmayan ve yamalı bohça gibi her şey hakkında gevezelik eden post-modern edebiyat, okuyucuyu romandan soğuttu.



Çünkü zevk unsuru kaybolmuştu artık. Entelektüel iddiası olan romanlar güçlükle okunuyor, sonra da akılda ne bir karakter kalıyordu, ne bir sahne.



Bu yüzden popüler edebiyat denilen bir tür doğdu.



Milyonlarca satan bu tip kitaplar sadece eğlendiricilik özelliği taşıyor, herhangi bir insani derinlik kaygısıyla uğraşmıyordu.



Bana göre bu ayrım döneminin sonuna geliniyor yavaş yavaş.



Artık Jonathan Franzen, Philip Roth, Mario Vargas Llosa gibi önemli yazarlar, 19. yüzyıl büyük roman geleneğini sürdüren, dört başı mamur, deyim yerindeyse ‘roman gibi roman’ yazıyorlar.



Benim inandığım yol da bu.



Roman zevkle okunmalı, okurlar elinden bırakamamalı ama aynı zamanda insanlığa ve varoluşumuza dair yeni şeyler söyleyen bir derinliğe ve incelmiş bir dile sahip olmalı.



Kolay mı bunu yapmak?



Hiç değil.



Ama iyi sanat eserleri doğum sancısı çekmeden ortaya çıkmıyor ki.

3 Aralık 2010 Cuma

yeni bir gün

yeni bir gün başlıyor...
soğuk, puslu,kimsesiz...
yeni bir gün başlıyor..
kırılgan,ürkek,yalnız
yeni bir gün başlıyor..
diğerlerinde farksız ama farklı bir gün....
yeni bir  gün başlıyor...
karanlık,umutsuz ,isteksiz
yeni bir başlıyor...

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Blogroll

Yasemin's bookshelf: read

Bliss: A NovelEngereğin Gözündeki KamaşmaBir kedi, bir adam, bir olumLeyla'nın EviSilver WeddingWhitethorn Woods

More of Yasemin's books »
Book recommendations, book reviews, quotes, book clubs, book trivia, book lists